9 Nisan 2019 Salı

YIKMAYIN TARİHİMİZİ

Bu sabah sosyal medyada dolaşırken gördüğüm bir yazı ve iki fotoğraf yüreğime bir hançer gibi saplandı.
Daha dün Kütahya'nın yetiştirdiği çok değerli bir kişilik üzerine yazı yazmak geçti aklımdan. Eserleri geldi gözümün önüne, hem imrendim hem hüzünlendim. Yaşarken çok ta değeri bilinemeyen bu mümtaz insan tek başına yaşamış, tek başına çok şey başarmış "İstanbul Ressamı" namı ile meşhur Kütahya'nın medar-ı iftiharı olan Ahmet YAKUPOĞLUdur.
Onun hayatını ve eserlerini daha sonra yazmak istiyorum kısmet olursa.
İstanbul Ressamı İstanbul eserlerini ve Kütahya'da yaşayan güzelim tarihi evleri, dereleri dağları da tualinde yaşanır kılmak istemişti. Biliyordu ki; bu paha biçilmez güzellikler çok geçmeden üzerinde otlar bitecek bir hale dönüşecekti. Fakat yanılmıştı. Onların üzerinde otlar değil belki de taştan binalar dikilecekti oysa. Belki kentsel dönüşüm kurnazlığı ve rantiyesine yenik düşecekti.

Bahsettiğim haberde Kütahya'nın en köklü mahallelerinden birinde, oradaki yaşanılan hikayeleri içinde barındıran ve kitabıma ismini veren bir mekandaki tarih yüklü değeri ölçülemez bir yapının iki fotoğrafı vardı. Birisi, Yakupoğlu'nun tablolaştırdığı güzellikler yansıtan tarihi ev resmi diğeri de beline kazma yemiş bir canlının şimdiki enkaz hali. 
Eski kadınlar cezaevi olarak bilinen iki katlı pembe ev tarihi günümüze taşıyan önemli bir eserdi. Merhum Ahmet Yakupoğlu diğer eserleri gibi Kütahya evini de tablolaştırmış, daha ileriki nesillere aktarabilmeyi hedeflemişti. Bu amacı çok şükür gerçekleşti. Bizlere ve bizden sonrakilere de ulaşacak inşallah. Fakat sadece onun tablosunda yaşayacak.
Yıkım makinalarının acımasız intikamından pembe ev de nasibini almış çünkü. Enkazını acımasızca tepeleyen bir iş makinasının çıkardığı homurtuları duyar gibi oluyorum şimdi. Zaten yıkılmaya yüztutan sayısız tarih güzellerinden biri daha toz toprak yığınları arasında unutulmanın karanlık çukuruna gömüldü gitti. Tıpkı bir ölünün mezara gömülmesi gibi.
İçim yandı yüreğime bir hançer saplandı.
Onunla birlikte nice insanın hayatı, anıları, duaları, özlemleri, sevdaları yıkıldı yok oldu.
Fareler cirit atıyor yıkılsın diyen zihniyet ancak cahillerden olabilir diye düşünüyorum. Zaten üstümüze yıkılacaktı diye düşünen vatandaşın çaresizliğinin ve ümitsizliğinin sözleridir bunlar ancak. Zira ölümüne terkedilmiş tarihin cansız tanıkları olan bu yapılar bir el bekler uzatılacak. Hem de yıllarıdır. Fakat heyhat!
Başka söyleyecek sözü kalmıyor oradaki mütevazı hayatını devam ettiren güzel yürekli insanların.
Yapmak yerine yıkmak neden?
Yok mu uzanacak bir el Osmanlının en önemli merkezlerinden Kütahya'ya?
Yok mu görecek bir göz, duyacak bir kulak bizim olan varlıklarımızın ve insanımızın çığlıklarını?
Yazık!..
Günah!..
Ayıp!..
Kıymayın ecdadın binbir emekle ürettiği hanlara hamamlara saraylara cumbalı ahşap evlere.

09.04.2019 / Meryem ŞAHİN


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder