gezi mektuplarım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
gezi mektuplarım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Aralık 2018 Pazartesi

Yağmur Langa Sokaklarında Ağlarken -3



Cerrahpaşa'yı soluma alıp geniş caddenin ıslak kaldırımlarında ilerlerken soldaki kıyıda küçük küçük dükkanlar göze çarpıyor. Eski semtlerin bu küçük dükkanları oldum olası bana samimi ve sıcak gelmiştir. Bizden biri gibi düşünürüm onları. Kapılarının önündeki küçük tezgahları rengarenk ve şirindir hep. Domatesler, kırmızı ve yeşil biberler, elmalar, mandalinalar, muzlar. Ne güzel bir renk cümbüşü oluşturuyorlar.
Biraz daha ilerleyince yeşil parmaklıklı bir kabir görüyorum. O bile semte uyum sağlamış mütevazı duruyor. İki evin arasına sıkıştırılmış bir kişilik mezar yeri yeşil parmaklıklı bir kabir bu.Üstündeki mermerde Pervane Dede yazıyor. Merak ediyorum ama başkaca bir bilgi göremiyorum.

Caddenin sol tarafında ikişer katlı eski ahşap evlerin kararmış tahtalarına inat alt katları rengarenk reklam tabelalarıyla ışıklandırılmış esnaf dükkanları sıralanmış. Köfteci, bakkaliye, berber dükkanı, küçük bir lokanta...
Biraz ilerde deniz kıyısına doğru açılan meydanda kalabalık insan topluluğu ve yolcu otobüsleri telaşeli bir görüntü ve keşmekeşlik içindeler. Belli ki burası yabancıların özellikle Türki devletlerden gelen insanların İstanbul'a giriş kapısı. Simalarından Özbek ve Kırgız oldukları anlaşılan, konuşmalarıyla da bunu teyit eden genç erkekler ileri geri hareket ediyor, birkaçı sokağa kurdukları kocaman bir kömür sobasının etrafında oturmuş konuşuyor ve ısınıyorlar.
Yürüyorum
Yağmur yağıyor
Kaldırımlar ıslanıyor
Ve yağmur ağlıyor Langa sokaklarında.

Aralık 2018/ Samatya

23 Aralık 2018 Pazar

Yağmur Langa Sokaklarında Ağlarken -2

Yağmur yağıyordu İstanbul semtlerinden, geçmişe yüreğinden bağlı Samatya'ya, Langa'ya.

Bir kız çocuğu geçiyordu önümden, ıslak saçlarını yüzünden cılız elleriyle uzaklaştırmaya çalışarak. Tek tük kalan eski ahşap evlerin birinden fırlayıveren bir kedi küçük kızı irkiltti. Damlacıklar asfaltın üzerinde yer yer küçük havuzcuklar oluşturuyor, insanlar o su birikintilerine basmadan geçmek için akrobatik hareketler yapıyorlar.

Elindeki şemsiyeyi sıkıca tutmuş zarif bir kadın Cerrahpaşa'nın bahçe kapısından çıkıp yağmura aldırmadan Cankurtarana doğru yürüyor, bir eliyle de gözlerinden sıcacık akan yağmurları siliyordu. Kimbilir kimdi hasta olan, hangi dertten muzdaripti?

Yüksek ve soğuk duvarlar, ardında hangi emrazı hangi şifa bekleyen hastaları barındırıyor, hangi bebeklerin dünyaya gözaçtığı sevinç ve heyecan anına mekan sahipliği ediyordu?

Kimi yüzünde güller açarak kucağında minik bir bohçayla çıkıyor, kimi de mahzun kederli halini gizleme gereği duymadan bu kapıdan uzaklaşıyordu.

Yağmur yağıyordu ıslak kaldırım taşlarına, yeşilin tonlarına bürünmüş bahçelerdeki otlara, beton binaların görünmeyen çatılarına ve ahşap konak yavrularının eskimiş teneke çatılarına.

Küçücük pembe beyaz boyalı tek katlı şirin bir ev diğer yapılardan hemen ayrılıyordu. Biraz ilerleyip üzerindeki tabelayı okuyunca buranın küçükleri oyalamak ve eğitmek için kurulmuş bir okul olduğunu anladım. Tıpkı içindeki çocuklar gibi sevimli, hoş bir görüntüsü vardı.

(devam edecek)

22 Aralık 2018 Cumartesi

Yağmur Langa Sokaklarında Ağlarken

Islak bir İstanbul sabahına uyandı bu şehrin sakinleri; insanlar, martılar, deniz kokulu yosunlar ve kaldırımlar.
Ayaklarım İstanbul'un eski semtlerinden bugünün içerisine bir haliç gibi uzanmış geçmişle bezenip geleceğe bir köprü kurmuş olan tarih kokulu Cerrahpaşa'nın Langa'sında birbiri ardına ilerliyor.

Günümüz İstanbul'unun içinde gizli kalmış bir hazine gibi sanki. Daracık sokakları yokuş yukarı, kaldırım taşlarıyla kaplı. Sokakların sonunu bir duvar gibi kapatmış yemyeşil doğal bitki örtüsüne bürünmüş topraktan duvarlar.

Yağmur kokulu sokakların daracık bedenlerine sığdırdığı binbir hatıranın toprağa karışıp buharlaşarak genizleri doldurduğu bu kadim semtin ortasında eski İstanbul'dayım şimdi.

Şurada küçük bir çeşme duvarı, mermerden, incecik dantel gibi işlenmiş ve mahzun.
Suyu kesilen çeşmeler akmayan gözyaşının doldurduğu kalpler gibi mahzun oluyorlar demek!
Daracık yukarıya meyilli taşkaldırımlı sokakların uçlarına ilgisiz bir yama gibi açılmış geniş asfalt kaplı caddenin karşı tarafında birkaç ahşap ev utana sıkıla semti seyretmekteler. Şaşkın ve hayretkar bakışlarla...

Eski İstanbul'dayım şimdi...
Bilmem kaçıncı yüzyıldayım ama Osmanlı'nın İstanbul'u burası. Tarihin geniş meydanında kaybolmuşken eskilikten kurtarılıp onarılmış ama tarihine saygı duyulmuş güzel bir ahşap yapı ruhumu o yana çekiverdi.
Yazılardan anladığıma göre burası daha önceden bir paşanın konağı imiş. Peygamberimizin mübarek ayağını bastığı taş burada muhafaza edilmekte olduğundan Kadem-i Şerif Tekkesi olarak isimlendirilmiş, daha önceden Kapıcıbaşı Konağı olarak biliniyormuş.

(devam edecek)

21 Ekim 2016 Cuma

ÜSKÜDAR'DA GEZER İKEN


Bugün yolum Eski Dar = Üsküdar’a düştü sevgili dostlarım. Yazdan kalma belki de son günlerden birinin pırıltısına bulanmış bir İstanbul havasını teneffüs ediyorum. İstanbul’u, İstanbul yapan ismi efsunlu, havası maneviyatıyla meşhur Üsküdar’da.

 Denizin dibinden, ama balıkları görmeden hemencecik geçiverdiğim İstanbul’un bu karşı yakası nedense bana hep tevazuyu ve dinginliği hatırlatır ve yaşatır

 Ama bu meydan bu kadar kalabalık mıydı eskiden de? Sanki heryerden insanlar fışkırmış ve hepsi de burada toplanmış karıncalar gibi kıvıl kıvıl gezişmekteler.

Sultan III.Ahmet’in annesi Emetullah Gülnuş Sultan tarafından mimar Kayserili Mehmet Ağa’ya yaptırılmış bu muazzam camii Selatin camilerin en güzellerinden biridir.
Camiyi sağıma alıp insan kalabalığının arasından yürümeye devam ettim. Solda irili ufaklı tarih kokan yapılar, mesela Mimar Sinan Çarşısı geçmişten günümüze gelen ne güzel eserlerdi. Hele o yolun ortasındaki koca çınar? Birbirine sarılmış kökleri ile yere çakılmış sağlam bir kazık gibi duruyor.
Sağda solda odun fırınından çıkmış simitleri tezgahlarına istiflemiş simitçilerin sesleri kızarmış susam kokularıyla karışıyor.
Derin bir nefes çekiyorum İstanbul’dan, İstanbul’un Üsküdar’ından.
Soldaki Fıskiyeli parkın kenar duvarlarına oturmuş kadınlar, yaşlılar, çocuklar hepsi bir nefeslik saltanatın tahtına oturmuş gibiler. Sola doğru kıvrılan yolu takip edip ilerliyorum. Eski İstanbul sokaklarından birine giriyorum. Kaldırım taşı döşeli, daracık sokağın iki yanında  eskilerden kalma bir fırın, karşıda bir köfteci, günümüzden karışmış bir plastik ıvır zıvırcı…
Dar sokağın bittiği yerde, tam köşede küçük bir meydancık, meydanın tam göbeğinde de minik bir cami. Bir mıknatıs gibi beni kapısından içeriye çekip alıyor. Küçük şirin caminin merdivenlerinden çıkıyorum. Kırmızı halı kaplı merdivenlerin etrafı ve üst katı oymalı ahşap korkuluklarla çevrilmiş. Her camide bulduğum o kendine has koku, ruhani atmosfer insanı bu dünyadan alıp koparan bir şey.
Cami çıkışından sonra çeşmeler görüyorum bir iki yerde. Mermerden özenerek yapılmış.



 Suyu akmayan ve tarihe bir ihanet damgası gibi üzgün yüzüme bakan çeşmeler çeşme taşları.
Hüzünlendiriyor beni, hüzünlü bir akşamüzerini üstüne örterken Üsküdar serin bir yorgan gibi…
Kuşları, çeşmeleri, minareleri ve kaldırım taşlı sokaklarını Üsküdar’ın kendine bırakıp geldiğim gibi uzaklaşıyorum. Üsküdar sen İstanbul’a İstanbul Mevla’ya emanet.
M. Ş. (Gezi mektuplarım- 2016 Ekim )

14 Ekim 2016 Cuma

Beykoz Yolunda Bir Tarih: Nurual Teyze -II


Dünden devam
Zannettim ki yakında inecek yahut koltuğunu değiştirmek için kalkmak istiyor. Ama kalkmaktan
vazgeçti pencere tarafına oturdu. Selam verdim. Aldı.
-Evladım; dedi. Kusura bakmayın. Ben hastayım da o yüzden. Hep böyle en önde oturuyorum. Şoföre yalvarıyorum arada camı aç ne olursun, diye. Panikatak var da hemen daralıyorum, dedi.
- Geçmiş olsun teyzecim, Allah şifa versin inş. Herşey bizim için. Geçer inş. dedim.
-Tedavisi varmış amma ben zamanında bilemedim. 22-23 yaşlarındayken beni yakaladı bu hastalık. O zaman bilemedik. Çok sonraları öğrendik panikatak olduğunu. Ama ben bu yaştan sonra doktora gidemem, ilaç kullanamam!
-Teyzeciğim olur mu öyle? Tedavisi var bu hastalığın. Hergün sıkıntı çekmektense ilaç kullanmak daha iyidir. Rahat edersiniz. Tedavi olmak lazım.
-Ama gidemem, doktora gidemem, daralırım.  
-Siz nerelisiniz, nereye gidiyorsunuz, diye sordu. Cevapladım. Ben de ona sordum. –Ben Selimiye’liyim,  Beykoz’a gidiyorum şimdi. Çok severim bu yolları çok. Beykoz’a kadar gidip, oradan ekmek alıp döneceğim.
-Evet yollar çok güzel, yeşillik alanlar, asırlık çınarlar, incir ağaçları, rengarenk çiçekler, güller…nefes aldığını hissediyor insan. Hele de incecikten çiseleyen yağmur…
Beykoz’da meşhur bir fırın mı var ekmeği oradan alıyorsunuz? Yani ekmek almak için oraya kadar gidiyorsunuz da merak ettim.

-Yok. Oradan biryerden alacağım. Ben hep giderim oraya. Haftada iki kere giderim. Hergün giderdim ama artık haftada iki gün gidebiliyorum. Buna şükür, çok şükür. 
(devam edecek)

12 Ekim 2016 Çarşamba

Beykoz Yolunda Bir Tarih: Nurual Teyze

Beykoz Yolunda Bir Tarih: Nurual Teyze

Kıymetli okurlarım; 
Bugün sizlere Nurual Teyze'yi anlatacağım. Dün Beykoz yolunda İETT otobüsünde tanıştığım hayranlıkla onu dinlerken yolun nasıl bittiğini, zamanın nasıl geçtiğini anlamadığım bir İstanbul Hanımefendi'si Selimiye'li nur yüzlü insanı. 
Bu sabah istikametim Beykoz inş. En kolay nasıl giderim? Önce onu keşfettim. hazırlanıp metrobüse bindim. Köprüde indim. Eski Boğaz'ın inci gerdanlığı Boğaz Köprüsü, şimdi al kanlarıyla toprağı sulayan şehitlerimizin adını alan hüzünlü "15 Temmuz Şehitleri Köprüsü". Buradan her geçişimde fatihalarıma hüzünler karışır, dilim, yüreğim dolaşır. 
Köprünün altına inip karşıya geçecek bir yer aradım yoktu. Aşağıya kadar devam edince ileride bir yerde karşı tarafta otobüs durağını gördüm. Biraz bekledikten sonra gelen otobüse bindim. Benim kısmetime  mi, yoksa hep böyle mi bilmiyorum ama, bizim oraların otobüsleri gibi tıklım tıklım bir araç beklerken bomboş bir araç görmenin sevinciyle bindim. 
Hemen ön koltukta nur yüzlü bir hanımefendi oturuyordu. Ama oturmuyor da, ya kalkmaya çalışıyor, ya da koltuğa yerleşmeye çalışıyor gibi tereddütlü bir hali vardı.
(devam edecek)