Güncelerim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Güncelerim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Nisan 2019 Salı

DÜĞME'LERİ GEZDİRİN


Baharın yağmurla toprağı buluşturduğu, belki de kıştan kalan son günlerden birindeyiz bugün. Trafik keşmekeş halinden biraz nefes almak istercesine rahatlamaya çalışıyor. İstanbul en güzel günlerinden birini yaşıyor. Erguvanlar mor rüyalarının içine çekmekteler bütün gören gözleri. Hafif çiseleme şeklindeki yağmur arabanın camlarında küçük lekeler oluşturmakta.
Telefon çalıyor, arayan kızım: Anneciğin ne yapıyorsunuz, ne yaptınız?
-          -Düğme’yi gezdiriyoruz!
-          -Düğme’yi mi gezdiriyorsunuz, nasıl yani? Diye şaşkınca soruyor.
Düğme zorunlu ve zorlu bir ameliyat geçiren yeşil gözlü renkli tüyleri olan güzeller güzeli kedimiz. Çok akıllı bir kedicik o. İki aydan beri veteriner, iğne ilaç tedavi yani sıkıntılı bir süreçten geçiyor. Daha kutusuna koyarken yine veterinerin yolunu tutacağını biliyor ve girmek istemiyor. Halbuki normal zamanda kendi kendine girip orada uyumayı dinlenmeyi çok sever. Yani herşeyin farkında. Belki bizim olmadığımız kadar farkında hem de.
              
Burada tedavisi sona ermesine rağmen henüz tam iyileşme sağlanamadığı için araştırmamız sonucunda yeni bir ümitle başka bir veterinere götürdük onu. Sonra da girdiği stresten kurtulsun ve rahatlasın diye misafirliğe ev gezmesine götürdük. O kadar mutlu oldu ki bakışları ile mutluluğunu gayet güzel anlatıyor. Sütünü içtikten sonra çoktan beri orada yaşıyormuş ve o eve aitmiş gibi rahatça bir koltuğun üzerine kıvrılıverdi.
Ev sahibi dedi ki: Aynı çocuğunuzmuş gibi gezmeye çıkarıyorsunuz ne güzel! Hemen de alıştı.
Doğru söylemişti. Düğme bizim çocuğumuz gibi olmuştu. Nasıl olmasın ki; çaresizlik içindeki bakışlarını görüp te duyarsız kalmanın imkanı yoktu. Aynen bir insan gibi bizden yardım istiyordu. Kendi kendine ilaç alacak doktora gidecek hali yoktu. Fakat bizi de onu da yaratan bizi buna vesile kılmış ona yardım etmeye mecbur etmişti.
Çünkü o bir candı.
Çünkü onun da aynı bizim gibi duyguları hissettikleri vardı.
Çünkü o da rahatsızlandığı zaman aynı insanlar gibi acı çekiyordu.
Çünkü İkimizi de yaratan onu bizim karşımıza çıkarmış ve onu bize emanet etmiş, bizi de bu imtihana tabi tutmuştu.
Çünkü çok şükür rahmet sıfatının zerresinin zerresini biz kullarına da lütfetmişti.
“ya hamiyyetsiz olaydım
Ya param olsa idi.” Diye inleyen Akif’in duyarlılığı bizi ona hizmete sevketmişti.
Kainatın Peygamberi küçücük bir kediyi sahiplenmiş müezza diye isimlendirmiş, hayatın her parçasında olduğu gibi bu dilsiz ama gözleriyle konuşan varlıklara merhameti de örneklemişti.
Onun içindi ki Çanakkale’de cephedeki Mehmetçik, orada bulduğu bir kedi yavrusuna merhametin en özeliyle kendi yiyeceğini sunmuş, açlığına bir açlık daha ekleyerek cennet yemeğine talip olmuştu.
Bakmayın siz şimdilerde bırakın hayvanı insana karşı duyguları kör sağır sert bir taşa dönüşmüş katı kalplilerin yaptıklarına.
Bırakın yoldan geçerken küçücük bebeciklere bir tekme savurmanın zaferini(!) yaşayanları.
Bırakın restorant bahçelerinden Allah’ın sessiz kullarını bed sesleriyle kovalayanları…
Bırakın merhametten uzak olanları.
Bu dünyadan başka dünya olmadığını sananların yaşantılarını.
Düğmeleri gezdirin, onları sevin, onlara yardım edin.

9 Nisan 2019 Salı

YIKMAYIN TARİHİMİZİ

Bu sabah sosyal medyada dolaşırken gördüğüm bir yazı ve iki fotoğraf yüreğime bir hançer gibi saplandı.
Daha dün Kütahya'nın yetiştirdiği çok değerli bir kişilik üzerine yazı yazmak geçti aklımdan. Eserleri geldi gözümün önüne, hem imrendim hem hüzünlendim. Yaşarken çok ta değeri bilinemeyen bu mümtaz insan tek başına yaşamış, tek başına çok şey başarmış "İstanbul Ressamı" namı ile meşhur Kütahya'nın medar-ı iftiharı olan Ahmet YAKUPOĞLUdur.
Onun hayatını ve eserlerini daha sonra yazmak istiyorum kısmet olursa.
İstanbul Ressamı İstanbul eserlerini ve Kütahya'da yaşayan güzelim tarihi evleri, dereleri dağları da tualinde yaşanır kılmak istemişti. Biliyordu ki; bu paha biçilmez güzellikler çok geçmeden üzerinde otlar bitecek bir hale dönüşecekti. Fakat yanılmıştı. Onların üzerinde otlar değil belki de taştan binalar dikilecekti oysa. Belki kentsel dönüşüm kurnazlığı ve rantiyesine yenik düşecekti.

Bahsettiğim haberde Kütahya'nın en köklü mahallelerinden birinde, oradaki yaşanılan hikayeleri içinde barındıran ve kitabıma ismini veren bir mekandaki tarih yüklü değeri ölçülemez bir yapının iki fotoğrafı vardı. Birisi, Yakupoğlu'nun tablolaştırdığı güzellikler yansıtan tarihi ev resmi diğeri de beline kazma yemiş bir canlının şimdiki enkaz hali. 
Eski kadınlar cezaevi olarak bilinen iki katlı pembe ev tarihi günümüze taşıyan önemli bir eserdi. Merhum Ahmet Yakupoğlu diğer eserleri gibi Kütahya evini de tablolaştırmış, daha ileriki nesillere aktarabilmeyi hedeflemişti. Bu amacı çok şükür gerçekleşti. Bizlere ve bizden sonrakilere de ulaşacak inşallah. Fakat sadece onun tablosunda yaşayacak.
Yıkım makinalarının acımasız intikamından pembe ev de nasibini almış çünkü. Enkazını acımasızca tepeleyen bir iş makinasının çıkardığı homurtuları duyar gibi oluyorum şimdi. Zaten yıkılmaya yüztutan sayısız tarih güzellerinden biri daha toz toprak yığınları arasında unutulmanın karanlık çukuruna gömüldü gitti. Tıpkı bir ölünün mezara gömülmesi gibi.
İçim yandı yüreğime bir hançer saplandı.
Onunla birlikte nice insanın hayatı, anıları, duaları, özlemleri, sevdaları yıkıldı yok oldu.
Fareler cirit atıyor yıkılsın diyen zihniyet ancak cahillerden olabilir diye düşünüyorum. Zaten üstümüze yıkılacaktı diye düşünen vatandaşın çaresizliğinin ve ümitsizliğinin sözleridir bunlar ancak. Zira ölümüne terkedilmiş tarihin cansız tanıkları olan bu yapılar bir el bekler uzatılacak. Hem de yıllarıdır. Fakat heyhat!
Başka söyleyecek sözü kalmıyor oradaki mütevazı hayatını devam ettiren güzel yürekli insanların.
Yapmak yerine yıkmak neden?
Yok mu uzanacak bir el Osmanlının en önemli merkezlerinden Kütahya'ya?
Yok mu görecek bir göz, duyacak bir kulak bizim olan varlıklarımızın ve insanımızın çığlıklarını?
Yazık!..
Günah!..
Ayıp!..
Kıymayın ecdadın binbir emekle ürettiği hanlara hamamlara saraylara cumbalı ahşap evlere.

09.04.2019 / Meryem ŞAHİN


1 Nisan 2019 Pazartesi

RENKLER EBRULİ OLDU

Geçen haftaki yazımızda okumaktan ve okumanın emri ilahi ile bizlere bir görev olarak verilmesinden bahsetmiştik. Okumak için gören bir göz, akleden bir beyin ve harfler gereklidir elbet. İşte bu harfler bazan kalemin kağıdı ya da herhangi bir yüzeyi şekillendirmesi ile olur. Ama salt bununla sınırlı olmadığını hepimiz biliriz.
Okunacak o kadar çok şey vardır ki kainatta, kimi rengiyle gösterir kendini, kimi şekliyle, kimi sesiyle… Yeter ki ibret nazarı ile bakacak göz olsun başımız üzerinde.
“Görenedir görene
Köre nedir köre ne?”
Misalindeki gören gibi görebilmek; cansız sandığımız varlıkların bile büyük ya da küçük birer kitap olduğunu anlayabilmemizi sağlar.
Gökyüzündeki varlıklar ehline nasıl çok şey anlatıyorsa, her şey o konuda bilgi sahibi olan yani onu okuyabilene derin bir bilgi verebilir. Renklerin insan üzerinde etkisini karakter bilimciler söylüyor. Kişinin sevdiği ve seçtiği renge bakarak o kişiyle ilgili ince detayları yakalayıp haber verebiliyorlar.
Beden dili insanın hatta hayvanların o anki ruh hali hakkında okumasını bilene neler neler anlatır. Dilsiz bir kediciğin bakışları sahibine  her şeyi söyler. Acıktığını, uykusu geldiğini, korktuğunu, canının acıdığını…boynu bükük bir çiçeğin söylediklerini de anlamak zor değildir.
Özetleyecek olursak her varlık ve her hareket okunması gereken bir kitaptır.
Toplumsal hareketler de böyledir. Kitle psikolojisinin etkilenim noktası öylesine hassastır ve buradaki küçücük bir kıpırdanış öyle hızla yol alır ki, küçücük bir hareket domino etkisi oluşturabilir.
Dün itibariyle de toplum olarak şiddetli bir toplumsal sarsıntı beli bir silkelenme yaşadık. Bu siyasi oluşumu da okumak bireyselden öte siyasi hayatın içinde ve ona yön verenlerin yapacağı iştir. Çünkü millet yazmıştır. Siyasiler okuyacaklardır.
Bununla beraber gündemi oluşturduğundan dolayı yetişkin her insanın bu tabloda okuyacağı ve okuduğu cümleler hatta sayfalar da yok değildir. Fakat hava bulutludur. Henüz sislerin altında kalanları görmek için zamanın geçmesi ve taşların yerine oturması gereklidir.
Değinmek istediğim konu sadece, okunması gerekenler nelerdir? Baktığımız zaman neyi nasıl okuyoruz sorusuna cevap aramaktır. Elbette bakış açımız ne yönü görecek şekilde konumlanmışsa o noktayı görebilir.
Burada esas olan yerimizi değiştirelim, penceremizi değiştirelim bir de şuradan, bir de bu taraftaki cepheden bakalım. Ama doğru okuyalım. Kısacık birkaç cümle toplumsal ve sonuç kitabında okunacakları özetlemeye yetebilir.
*Hiçbir şey ebedi değildir. Daha da önemlisi değişmez değildir. Yani kimse vazgeçilmez değildir. Gaflete kapılmanın ve hataları iyi irdelememenin sonuçları oldukça ağır bedelli olabilir.
*Masanın ön tarafında olmakla arkasında bulunmanın farkı bir hakimiyet değil, aslında büyük bir vebaldir. Bunun unutulması kötü sonuçlar doğurabilir.
*İttifakların kimlerle yapıldığının hiç önemi olmadan hareket edilmesi siyasetin gözünü kör ederse, akşam yanınızdaki kişinin sabah olduğunda bambaşka biri olduğunu fark edersiniz fakat tavşan bayırı aşmıştır artık. Bunu bütün siyasi partiler için söylüyorum.
Milletin okuması gereken tablo da var elbet. Onu da zaman gösterecek. Belki bir uyanışa vesile olur belki çocuklarımızla, kadınımız erkeğimizle şöyle bir silkelenip: bize ne oluyor? Deme bahtiyarlığına erebiliriz diye umut ediyorum.
Renkleri okuma sanatından bahsettik ya, bu seçimde bütün renkler karıştı birbirine…
Siyasi partilerin özüne onu bozan bir ecza düştü. Gören gözler de ebruli, yanardöner renklerden başka bir şey göremediler.
Şimdi vakit: fefirruuu illallah! Allah’a koşma vaktidir.
Ölmeden önce ölme vaktidir…
Hangi vazife ile gelmişsek ona halel getirmeden şu yeryüzünde yaşama vaktidir.
Yani dosdoğru olma vaktidir.
Yoksa renkler alaca bulaca oldu. Çocuklarımız bizden değiller sanki. Hergün her yerde evlatlarımızı kaybediyoruz. Yuvalarımızın yıkılışına şahit oluyoruz. Özümüzü karakterimizi kaybediyoruz. Okumayı beceremez hale geliyoruz. Kainat kitabı bakar körlermişiz gibi bize bir şey ifade etmez hale geliyor.
Şimdi vakit:
Kâinatı okuma vaktidir.
Meryem ŞAHİN / 01.04.2019

14 Ocak 2019 Pazartesi

HÜZÜN BİZİMLE


Zeytin Dalı Kültür Sanat Grubumuz bilindiği gibi kültür sanat alanında birçok önemli faaliyeti gerçekleştirdi.
Bunlardan biri de 2006 yılında Türkiye genelinde şairlerin katılımını sağlayarak hazırlamış olduğu şiir yarışmasıdır.
Yarışma sonucunda Çanakkal
e Şehitleri ve Şehitler konulu antoloji kitabımız Birey Yayınları'ndan cıkmıştı.
Cuma günü yayıncımız Birey Yayınlarının sahibi Mahmut BALCI'yı kaybettik.
Antolojimizde yer almaya hak kazanan şiirlerden biri de değerli şair,güzel insan Burhaneddin AKDAĞ'a ait.
Burhaneddin AKDAĞ'ı da şiir sanatının en güzel ve verimli zamanında yıllar önce kaybettik.
Bu vesileyle her iki kültür insanı değerli dosta Allah'tan rahmet diliyorum.

14,01,2019



3 Ocak 2019 Perşembe

15 kedi evde. Havanın soğuk yüzünü görüp te ben ürkerken, "üşüdüm"
diyemeyen sessiz canları dısarıya bırakamıyorum.


O nedenle onlar bize değil de, sanki biz kedi evine misafir olmuşuz gibi yaşıyoruz.
Yazın gelip giderler ama kış günleri ve geceleri onlar için de üşütücü ve ürkütücü.
Ha çocuklarımı bırakmışım dışarı, ha pırpırı, Fincan'ı, Bulut'u, Munis'i, Rüya'yı, Maya'yi, Düğme'yi ve diğerlerini...
3 ocak 2019

24 Aralık 2018 Pazartesi

Yağmur Langa Sokaklarında Ağlarken -3



Cerrahpaşa'yı soluma alıp geniş caddenin ıslak kaldırımlarında ilerlerken soldaki kıyıda küçük küçük dükkanlar göze çarpıyor. Eski semtlerin bu küçük dükkanları oldum olası bana samimi ve sıcak gelmiştir. Bizden biri gibi düşünürüm onları. Kapılarının önündeki küçük tezgahları rengarenk ve şirindir hep. Domatesler, kırmızı ve yeşil biberler, elmalar, mandalinalar, muzlar. Ne güzel bir renk cümbüşü oluşturuyorlar.
Biraz daha ilerleyince yeşil parmaklıklı bir kabir görüyorum. O bile semte uyum sağlamış mütevazı duruyor. İki evin arasına sıkıştırılmış bir kişilik mezar yeri yeşil parmaklıklı bir kabir bu.Üstündeki mermerde Pervane Dede yazıyor. Merak ediyorum ama başkaca bir bilgi göremiyorum.

Caddenin sol tarafında ikişer katlı eski ahşap evlerin kararmış tahtalarına inat alt katları rengarenk reklam tabelalarıyla ışıklandırılmış esnaf dükkanları sıralanmış. Köfteci, bakkaliye, berber dükkanı, küçük bir lokanta...
Biraz ilerde deniz kıyısına doğru açılan meydanda kalabalık insan topluluğu ve yolcu otobüsleri telaşeli bir görüntü ve keşmekeşlik içindeler. Belli ki burası yabancıların özellikle Türki devletlerden gelen insanların İstanbul'a giriş kapısı. Simalarından Özbek ve Kırgız oldukları anlaşılan, konuşmalarıyla da bunu teyit eden genç erkekler ileri geri hareket ediyor, birkaçı sokağa kurdukları kocaman bir kömür sobasının etrafında oturmuş konuşuyor ve ısınıyorlar.
Yürüyorum
Yağmur yağıyor
Kaldırımlar ıslanıyor
Ve yağmur ağlıyor Langa sokaklarında.

Aralık 2018/ Samatya

23 Aralık 2018 Pazar

Yağmur Langa Sokaklarında Ağlarken -2

Yağmur yağıyordu İstanbul semtlerinden, geçmişe yüreğinden bağlı Samatya'ya, Langa'ya.

Bir kız çocuğu geçiyordu önümden, ıslak saçlarını yüzünden cılız elleriyle uzaklaştırmaya çalışarak. Tek tük kalan eski ahşap evlerin birinden fırlayıveren bir kedi küçük kızı irkiltti. Damlacıklar asfaltın üzerinde yer yer küçük havuzcuklar oluşturuyor, insanlar o su birikintilerine basmadan geçmek için akrobatik hareketler yapıyorlar.

Elindeki şemsiyeyi sıkıca tutmuş zarif bir kadın Cerrahpaşa'nın bahçe kapısından çıkıp yağmura aldırmadan Cankurtarana doğru yürüyor, bir eliyle de gözlerinden sıcacık akan yağmurları siliyordu. Kimbilir kimdi hasta olan, hangi dertten muzdaripti?

Yüksek ve soğuk duvarlar, ardında hangi emrazı hangi şifa bekleyen hastaları barındırıyor, hangi bebeklerin dünyaya gözaçtığı sevinç ve heyecan anına mekan sahipliği ediyordu?

Kimi yüzünde güller açarak kucağında minik bir bohçayla çıkıyor, kimi de mahzun kederli halini gizleme gereği duymadan bu kapıdan uzaklaşıyordu.

Yağmur yağıyordu ıslak kaldırım taşlarına, yeşilin tonlarına bürünmüş bahçelerdeki otlara, beton binaların görünmeyen çatılarına ve ahşap konak yavrularının eskimiş teneke çatılarına.

Küçücük pembe beyaz boyalı tek katlı şirin bir ev diğer yapılardan hemen ayrılıyordu. Biraz ilerleyip üzerindeki tabelayı okuyunca buranın küçükleri oyalamak ve eğitmek için kurulmuş bir okul olduğunu anladım. Tıpkı içindeki çocuklar gibi sevimli, hoş bir görüntüsü vardı.

(devam edecek)

22 Aralık 2018 Cumartesi

Yağmur Langa Sokaklarında Ağlarken

Islak bir İstanbul sabahına uyandı bu şehrin sakinleri; insanlar, martılar, deniz kokulu yosunlar ve kaldırımlar.
Ayaklarım İstanbul'un eski semtlerinden bugünün içerisine bir haliç gibi uzanmış geçmişle bezenip geleceğe bir köprü kurmuş olan tarih kokulu Cerrahpaşa'nın Langa'sında birbiri ardına ilerliyor.

Günümüz İstanbul'unun içinde gizli kalmış bir hazine gibi sanki. Daracık sokakları yokuş yukarı, kaldırım taşlarıyla kaplı. Sokakların sonunu bir duvar gibi kapatmış yemyeşil doğal bitki örtüsüne bürünmüş topraktan duvarlar.

Yağmur kokulu sokakların daracık bedenlerine sığdırdığı binbir hatıranın toprağa karışıp buharlaşarak genizleri doldurduğu bu kadim semtin ortasında eski İstanbul'dayım şimdi.

Şurada küçük bir çeşme duvarı, mermerden, incecik dantel gibi işlenmiş ve mahzun.
Suyu kesilen çeşmeler akmayan gözyaşının doldurduğu kalpler gibi mahzun oluyorlar demek!
Daracık yukarıya meyilli taşkaldırımlı sokakların uçlarına ilgisiz bir yama gibi açılmış geniş asfalt kaplı caddenin karşı tarafında birkaç ahşap ev utana sıkıla semti seyretmekteler. Şaşkın ve hayretkar bakışlarla...

Eski İstanbul'dayım şimdi...
Bilmem kaçıncı yüzyıldayım ama Osmanlı'nın İstanbul'u burası. Tarihin geniş meydanında kaybolmuşken eskilikten kurtarılıp onarılmış ama tarihine saygı duyulmuş güzel bir ahşap yapı ruhumu o yana çekiverdi.
Yazılardan anladığıma göre burası daha önceden bir paşanın konağı imiş. Peygamberimizin mübarek ayağını bastığı taş burada muhafaza edilmekte olduğundan Kadem-i Şerif Tekkesi olarak isimlendirilmiş, daha önceden Kapıcıbaşı Konağı olarak biliniyormuş.

(devam edecek)

31 Aralık 2017 Pazar

   YILBAŞI BİZİM NEYİMİZ OLUR? 

   Her yıl yeni bir yılın gelmesi yaklaşınca bizim ülkemizde de bir hareketliliktir göze çarpar.
   Büyük bir heyecanla günler öncesinden hazırlıklar yapılır, o gece için eğlence planları hazırlanır, önemli bir günün ayaklarına kırmızı halılar serilir. 
   Kimbilir kaç çam ağacının kellesi kurban edilir?
   Hele de o minicik çocuklarımızın kafasına kırmızı kukuleta ve noel baba kostümü geçirilip nasıl da sevimli olduğu hissettirilir ve alkışlanır. 
   Bizim o minik yavrularımız noel babayı tanıdıkları kadar bizim, bize ait olan Nasreddin Hoca'mızı tanıyorlar mı acaba? Tanıtabildik mi onlara?
   İşin aslı; ömürden koca bir yıl gidiyor, yerine yeni bir ömür sermayesi bize ikram ediliyor. 31 Aralık bitip te 1 Ocak başlayacağı gece, ne bazılarının dediği gibi Hristiyan adeti Noel kutlamasıdır,  ne de bu geceye büyük bir kıymet bindirme gafletinin yapıldığı Mekke'nin Fethi olayıdır. 

   Tarih boyunca insanlar nefs-i emmarenin sözünü tutarak çeşitli eğlence, taşkınlık, batıl uygulamalar bulmuşlar ve bunlar için belirli günleri bu malayani işlerine zemin kılmışlardır. 
   Kutlanan; yeni bir yılın gelişidir. Bir ömür sermayesinin daha bize sunuluşudur. 
   Olması gereken o dur ki; bize bu hayatı bahşeden Rabbimizin yasak ettikleri işlerle verdiği nimete zulmetmeyelim.
   Dua ile, tesbih ile, şükür ile, sadaka ve iyilikler ile bizi terkedip giden eski yılımıza tövbe, yeni sermayemize de teşekkür edelim. 
   Bırakalım özenti hareketleri, kraldan çok kralcılığı.
   Müslüman gibi müslüman olalım. 
   Vesselam. 
#yılbaşı #yeniyıl

29 Nisan 2017 Cumartesi

Bir Annenin Feryadı Filmi Üzerine Birkaç Söz

Raif Cilasun'un eseri Bir Annenin Feryadı film  oldu.
Bir neslin bir solukta okuduğu duygu dolu romanlardan biri olan Bir Annenin Feryadı yıllar sonra beyazperdede gösterime girmek için gala yaptı.
Crr de gerçekleşen filmin gala gecesine çok sayıda katılımcının olması beklenen birşeydi. Hatta
salonun dolup taşacağını düşünüyordum.
Yapımcıların emeğinin yanısıra Kültür Bakanlığı da bu kültür hizmetine önemli bir meblağ koyarak katkıda bulunmuş ve destek vermişti. Bu durumda; ya filmin duyurusu gerektiği kadar iyi yapılamamıştı ya da Raif Cilasun romanlarını okuyanlar onu ve eserlerini unutmuşlardı.
Filmin konusu oldukça önemli ve maneviyat eksikliğinin nelere yol açabileceğinin gözler önüne serilmesiydi.
Fakat böylesi bir eser içerisinde amatör kareler barındırmamalıydı. Mesela başrol oyuncusu lise öğrencisi tiplemesine uygun düşmemişti. Fransaya kaçışını gerektirecek olay görünürde belli değildi.
Emine karakteri doğallıktan uzak, ezberletilmiş bir rol olarak seyircinin gözüne yansıyordu.
Yani bu kadar emek ve bu kadar destekle daha kaliteli, daha profesyonel bir film çekilebilirdi.
Yine de manevi öğretisi büyük olan bu romanı filme almış olmaları, emek verenleri takdir etmeyi gerektiriyor.
Biraz daha özenerek yaparsak herşey daha güzel olacaktır eminim.

#biranneninferyadı

Sanatalemi.net'ten ESKADER'e

Bugün Ali Emiri Efendi Kültür Merkezi güzel bir etkinliğe ev sahipliği yaptı. Güzel olduğu kadar da önemli bir etkinlik. ESKADER Ödül Töreni.
İlkini hatırlıyorum Eskader ödül töreninin. Bayezit Devlet Kütüphanesi'nde yapılmıştı. Çiçeği burnunda bir dernek olarak büyük bir heyecan ve coşkuyla gerçekleştirilen ödül töreninin üzerinden tam 10 yıl geçmiş. Koca bir 10 yıl. Sanki daha dün gibi hatırama yansıyan kareler. 

Sanatalemi.net adında bir site yayına başlamıştı dernek kurulmadan kısa bir süre önce. Velüd ve gayretli bir yazar, gazeteci; benim de yazı ve şiirlerime yuva olan sanatalemi.net sitesiyle birçok kaleme defter olmuştu. Birçok kalem sevdalısı sitede sanaldan gerçeğe becerilerini sergilemiş, güzel eserler meydana getirmişlerdi. Sanatalemi.net; bu alanda büyük bir boşluğu doldurmuş ve kalemi dost edinenlerin önüne beyaz bir kağıt koymuştu. 
Sanaldan gerçeğe yürüyerek Eskader adı ile dernekleşen kültür hizmeti o günden bu yana önemli bir görevi (diğer çalışmalarından farklı olarak) ödül törenleriyle yürütmeye devam ediyor. 
İstanbul'un merkezinde, Anadolu'nun bağrında, köyünde kasabasında her nerede cevherini cilalamaya muktedir veya gayretli kültür insanı varsa onları adeta mücevher toplar gibi birer birer arayıp buluyor ve  Türkiye'nin kültür ortamına sunuyor. 
Kültüre meraklı gençlere yol ışığı tutmakla büyük bir kültür hizmetini, önemli bir görevi yerine getiriyor. 
Kültür, sanat, edebiyat dostlarını kaynaştırıyor. Bu filizlere bir nevi cansuyu veriyor. 
Sanatalemi.net'ten Eskader'e yürüyen yolun kaldırım taşlarını kültür yoluna ilk döşeyen yukarıda da bahsettiğim gayretli ve dakikasını boş geçirmeyen bir insan olarak tanıdığım Mehmet Nuri Yardım. 
Elbette bu hizmet bir bayrak ve onu taşıma olayıdır. Bayrak elden ele dolaşıyor ve dolaşacak. Bayrağı her devralan elinden gelen gayreti gösterecek ve bugünkü güzel etkinlikler uzun yıllar devam edecek. Şimdiki bayrak emaneti Şerif AYDEMİR'in elinde. Allah gayretlerini artırsın başarılarını daim etsin. 

#eskader

9 Şubat 2017 Perşembe

ELLERİN YOLU KISALIR BİZİM YOLLAR UZAR MI?

Yollar ne güzeldir. Kıvrılır, bükülür, uzar gider bir yerlere. Kimi zaman uzağı yakın, kimi de yakını
ırak eyler.
Nice hasretleri kavuşturur. Nice gözleri ışıldatır, Nice gönülleri ferahlatır. 
O yollara biz neler vermişizdir;  sacını tarayıp binbir ihtimamla büyüttüğümüz kızlarımızı, baba evinden beyaz gelinliği giydirip...
Al kınalı kuzularımızı şan şerefle saçını asker traşı edip...
Büyük adam olsun istediklerimizi uzak illere gitsin de okusun, diye yollayıp...
Yollar...
Hasretimizi dindirendir onlar çoğu kez.
Çoğu kez gözlerimizi yollarda kalmaktan kurtaran.
Uzun uzun yollar... Bazan da kısalan.
Köprülerle bağlanan, otoyollarla günleri saatlere deviren. 

Kütahya'nın yolları kısalacağına uzamış mı ne? 
Beş saatte gider gelirdik eskiden, İstanbul - Kütahya arasını. 

Benim yola baktıranım, hürmetli anacığım ve babacığım gözümüzü yollarda koydu da pek bi şaşırdım bu işe. Yola baka baka şimdi gelirler, şimdi gelecekler derken, saat 22,30u buldu. 15.00 te bindikleri otobüs ancak şimdi gelebildi. Sağ salim geldiklerine şükrettim elbet. Fakat 5 saat süren yol neden bu kadar fazla olmuştu?

İstanbul trafiği sandım önce. ama değilmiş! 
Meğer artık otobüsler 3. köprüyü kullanarak geliyormuş İstanbul'a. Yolun uzaması da ondanmış. Şimdi: Ellerin yolu kısalır Kütahya'nın yolu uzar mı? 
Yoksa: Köprüler yolları uzatır mı? 

Meryem ŞAHİN
2017 Şubat
#yol

16 Aralık 2016 Cuma

Bugün Bize Bayram mı?

Bugün bize Bayram  mı?
Bugün günlerden Cuma. Mü'minlerin bayramı yani. Hani sevincin derya derya dalgalandığı...Tebessüm bulutlarının yüzlerde harelendiği...Çocukların koşup oynadığı...Sevinç çığlıklarının gökyüzünde renkli balonlar oluşturduğu...
Bugün günlerden Cuma. Yani bizim bayramımız!
bu nasıl bir bayram ki; çocuk sesleri feryada dönüşmüş... Al kanlar bayrağa... Bomba sesleri ninniye dönüşmüş... Gözyaşları kandan ırmağa...
Bugün Günlerden Cuma... Bugün Bayram!
Halep kan ağlıyor... İnsanlar ölüyor... Çocuklar mezara bile hasret...Kara bulutlar nerede bir müslüman varsa oraya yağmada sanki! haydi gül gülebilirsen !.. Haydi gözyaşını sil silebilirsen!.. Haydi akan kanı yıka yıkayabilirsen!
Bugün günlerden Cuma!
Bugün Bayram!
Kimin Bayramı bugün?
Hangimizin elinde kına?
Bugün Kafire Bayram!

Bugün "zalumun keffar" olanlara bayram!
Bugün Şeytanın avanelerine Bayram!

Bizim Bayramımız ne zaman?
Müslüman müslümanı sevdiği zaman...
Kardeşini nefsine tercih ettiği zaman...
Müslüman halifeliğinin farkına vardığı zaman...
Müslüman kendi yerini bildiği ve gücünü elde ettiği zaman.

Rabbim bize bayramlarımızı göster!

1 Aralık 2016 Perşembe

ABDUSSAMED BABAM GİBİYDİ

1979 yılında tanımıştım üstadı.
Kasetten dinlediğim o büyüleyici ses ve o sanatkarane okuyuş birçok kişiyi olduğu gibi beni de farklı alemlere götürüyordu. Her dinleyişimde ayrı bir dünya, ayrı bir hazinenin içine giriyordum. Daha sonra Mısır Kahire Radyosundan dinlemeye başladım. Bazı zamanlar da radyoda kıraat dersi veriyordu. Okuyuşların, “vakf”ların, “medd”lerin esasını anlatıyor ve talim ettiriyordu. Kahire radyosu ve Abdüssamed görmediğim ama çok sevdiğim misafirim olmuştu.
“Elkariuşşeyh Abdulbasıt Abdussamet” ifadesi ne de tatlı geliyordu kulağıma.
Bir akşam yine radyonun başında sevgili misafirimi beklerken sunucu: “merhum elkariuşşeyh Abdulbasıt Abdussamed” deyiverdi. Şaşırmıştım. Sonradan anladım ki Abdulbasıt her ölümü gibi “küllü nefsizn zaikatul mevt” sırrına ulaşmıştı. Sanki babamı kaybetmiştim. Yıl 1988 aylardan Ekim günlerden 30.

Kur’an Mısır’da okundu evet. Onu okuyan çok kurra kari var. Fakat Abdussamed başka benim için. Allah rahmet eylesin.

Arş. Yazar, Şair, Eğitimci 
Meryem ŞAHİN 

En Anlamlı Sosyal Sorumluluk Projesi

Sosyal Sorumluluk Projelerinin en anlamlılarından biri olan bir çalışmayı sizinle paylaşmak
istiyorum bugün.
Amerika'da üniversite eğitimi alırken yeğenine sosyal medya üzerinden matematik dersi çalıştırarak bu işe başlamış Sal Khan. yeğeni Bengladeş'te o ise Amerika'da üniversite öğrencisi.
Daha sonra yeğeni için başladığı bu işi herkese açık şekilde yapmaya başlamış ve Khan'ın sitesi bugün dünyanın en büyük eğitim sitesi ve belki de en anlamlısı olmuş. İnteraktif testler, videolarla öğretiliyor ve hepsi bedava.
Türkiye'de STFA bunu Türkçeleştirerek öenmli bir işe el uzatmış. Bu sitede dersler Türkçe olarak ulaşılabilir durumda. site adresi: www.khanacademi.org.tr
Çok işe yarayacağını düşünüyorum.
Meryem ŞAHİN

29 Kasım 2016 Salı

İşletmecilik Bir Hobi Değildir

İşletmecilik Bir Hobi Değildir
Ne kadar çok konuşacağız şimdi. Yangının ve yangında körpecik giden kuzuların ardından. Hepimiz ne de çok şey biliyormuşuz meğer! Kapı niye kilitli? Duvarlar ahşaptanmış! Yurt bilmem hangi cemaatin yurduymuş! Öyle olsaydı bu durum olmazdı! Böyle yapılsaydı bunu yaşamazdık…
Kelamın sonu yok. İstediğiniz kadar artırabilirsiniz.
Fakat aslolan, olması gereken sadece iki konu var burada. Ama çok önemli iki konu!
Birincisi: Emanetin ehline verilmesi. Yani her işte olduğu gibi yurt işletmesinde de bu işe talip olanların, gerçekten bu işe ehil olan, bu konuda eğitim almış,  gerekli yeterliğe sahip bir yönetimin açacağı yerler ve yönetimini üstleneceği kişiler olmalıdır.
Kar amaçlı, dernek faaliyeti yapmış olmak için, ya da hüsn-i niyetle bile olsa bu işi en ince ayrıntısına kadar bilen ve tecrübesi olan kişilerin dışında bir yönetimle yurt, okul, anaokulu  işletmeciliği yapılırsa olumsuz sonuçlarla karşılaşmak her zaman ihtimaldir.
Bu işletmeler çocuk ekseni üzerine kuruludur. Diğer işletmelerdeki titizlik ve yönetmelikleri uygulamaktan daha fazla hassasiyet gerektiren yerlerdir. Zira çocuk masumdur, fayda zarar ikileminin sebep ve sonuçlarını kavrayamayacağı gibi, hakkını aramaktan ve kendini ifade etmekten de mahrumdur.
İkinci önemli konu: Ehli olan kişilerin, yapılan her işte olması gerektiği gibi burada da gerekli bütün prosüdürleri uygulaması, işi esasına uygun olarak yapmasıdır. Yönetmelikte belirtilen her maddeye titizle uyulması büyük önem taşıdığı kadar, daha ötesinde şahsi uyanıklık ve hassasiyet içerisinde bulunmalıdır.
Oysa biz millet olarak “savsaklama”yı, ihmal etmeyi, bir işi ucundan kıyısından tutmayı maalesef ki severiz. Belki de küçük bir iki noktaya dikkat etmek, birkaç eksikliği gidermek, ya da önlem çabalarına birkaç küçük şey eklemek çok büyük felaketlerden korumayı sağlayabilir. Adana Kız Yurdu’ndaki yangın örneğinde olduğu gibi. Küçücük bir anahtarın o faciada nasıl devasa bir işlev görebileceğini idrak edebiliyoruz. Olması gerektiği yerde olsaydı, kullanılabilseydi.
Özetle; sıra savmak için, müfettişlerin gözünü boyamak için, varmış gibi göstermek için… yapılacak işlerden vazgeçip, olması gerekeni gerektiği için, en iyi şekliyle yaptığımız zaman işin ehli ehilce iş yapıyor demektir.
Bu da yaptığımız işin hakkını vermeyi ve işimizden keyif almayı, mutlu olmayı sağlar. Hakkıyla yapılan işin getirisi, alelusul yapılan işin sağlayacağı faydadan her zaman daha fazladır. Yol açacağı faciaların ardından boş boş konuşmaktan elbet daha iyidir.

Arş. Yazar/Eğitimci
Meryem ŞAHİN


Kar Yağdırın Yüreklerimize

Kar yağdırın yüreklerimize

Yağdırın kar, yağmur, tipi boranı
Yetmez!
Yağdırın yağmurca gözyaşlarını
Söner mi yangınım
Sönmez!
Alevlerin harında yandı milletim
Nedir bilir misiniz çaresiz çırpınışları
Duyar mısınız semayı inleten çığlıkları
Söyleyin şimdi: ihmalin gözü körolsun
Talihsiz kızların yeri nurolsun
Gül dökülsün yeryüzüne güllerin anısına
Allah sabır versin babasına anasına
Yağdırın yüreklerimize kar
Adana’nın üstünde kıpkırmızı har
Meryem ŞAHİN /30.11.2016




21 Ekim 2016 Cuma

ÜSKÜDAR'DA GEZER İKEN


Bugün yolum Eski Dar = Üsküdar’a düştü sevgili dostlarım. Yazdan kalma belki de son günlerden birinin pırıltısına bulanmış bir İstanbul havasını teneffüs ediyorum. İstanbul’u, İstanbul yapan ismi efsunlu, havası maneviyatıyla meşhur Üsküdar’da.

 Denizin dibinden, ama balıkları görmeden hemencecik geçiverdiğim İstanbul’un bu karşı yakası nedense bana hep tevazuyu ve dinginliği hatırlatır ve yaşatır

 Ama bu meydan bu kadar kalabalık mıydı eskiden de? Sanki heryerden insanlar fışkırmış ve hepsi de burada toplanmış karıncalar gibi kıvıl kıvıl gezişmekteler.

Sultan III.Ahmet’in annesi Emetullah Gülnuş Sultan tarafından mimar Kayserili Mehmet Ağa’ya yaptırılmış bu muazzam camii Selatin camilerin en güzellerinden biridir.
Camiyi sağıma alıp insan kalabalığının arasından yürümeye devam ettim. Solda irili ufaklı tarih kokan yapılar, mesela Mimar Sinan Çarşısı geçmişten günümüze gelen ne güzel eserlerdi. Hele o yolun ortasındaki koca çınar? Birbirine sarılmış kökleri ile yere çakılmış sağlam bir kazık gibi duruyor.
Sağda solda odun fırınından çıkmış simitleri tezgahlarına istiflemiş simitçilerin sesleri kızarmış susam kokularıyla karışıyor.
Derin bir nefes çekiyorum İstanbul’dan, İstanbul’un Üsküdar’ından.
Soldaki Fıskiyeli parkın kenar duvarlarına oturmuş kadınlar, yaşlılar, çocuklar hepsi bir nefeslik saltanatın tahtına oturmuş gibiler. Sola doğru kıvrılan yolu takip edip ilerliyorum. Eski İstanbul sokaklarından birine giriyorum. Kaldırım taşı döşeli, daracık sokağın iki yanında  eskilerden kalma bir fırın, karşıda bir köfteci, günümüzden karışmış bir plastik ıvır zıvırcı…
Dar sokağın bittiği yerde, tam köşede küçük bir meydancık, meydanın tam göbeğinde de minik bir cami. Bir mıknatıs gibi beni kapısından içeriye çekip alıyor. Küçük şirin caminin merdivenlerinden çıkıyorum. Kırmızı halı kaplı merdivenlerin etrafı ve üst katı oymalı ahşap korkuluklarla çevrilmiş. Her camide bulduğum o kendine has koku, ruhani atmosfer insanı bu dünyadan alıp koparan bir şey.
Cami çıkışından sonra çeşmeler görüyorum bir iki yerde. Mermerden özenerek yapılmış.



 Suyu akmayan ve tarihe bir ihanet damgası gibi üzgün yüzüme bakan çeşmeler çeşme taşları.
Hüzünlendiriyor beni, hüzünlü bir akşamüzerini üstüne örterken Üsküdar serin bir yorgan gibi…
Kuşları, çeşmeleri, minareleri ve kaldırım taşlı sokaklarını Üsküdar’ın kendine bırakıp geldiğim gibi uzaklaşıyorum. Üsküdar sen İstanbul’a İstanbul Mevla’ya emanet.
M. Ş. (Gezi mektuplarım- 2016 Ekim )

12 Ekim 2016 Çarşamba

Beykoz Yolunda Bir Tarih: Nurual Teyze

Beykoz Yolunda Bir Tarih: Nurual Teyze

Kıymetli okurlarım; 
Bugün sizlere Nurual Teyze'yi anlatacağım. Dün Beykoz yolunda İETT otobüsünde tanıştığım hayranlıkla onu dinlerken yolun nasıl bittiğini, zamanın nasıl geçtiğini anlamadığım bir İstanbul Hanımefendi'si Selimiye'li nur yüzlü insanı. 
Bu sabah istikametim Beykoz inş. En kolay nasıl giderim? Önce onu keşfettim. hazırlanıp metrobüse bindim. Köprüde indim. Eski Boğaz'ın inci gerdanlığı Boğaz Köprüsü, şimdi al kanlarıyla toprağı sulayan şehitlerimizin adını alan hüzünlü "15 Temmuz Şehitleri Köprüsü". Buradan her geçişimde fatihalarıma hüzünler karışır, dilim, yüreğim dolaşır. 
Köprünün altına inip karşıya geçecek bir yer aradım yoktu. Aşağıya kadar devam edince ileride bir yerde karşı tarafta otobüs durağını gördüm. Biraz bekledikten sonra gelen otobüse bindim. Benim kısmetime  mi, yoksa hep böyle mi bilmiyorum ama, bizim oraların otobüsleri gibi tıklım tıklım bir araç beklerken bomboş bir araç görmenin sevinciyle bindim. 
Hemen ön koltukta nur yüzlü bir hanımefendi oturuyordu. Ama oturmuyor da, ya kalkmaya çalışıyor, ya da koltuğa yerleşmeye çalışıyor gibi tereddütlü bir hali vardı.
(devam edecek)