Bugün yolum Eski Dar = Üsküdar’a düştü sevgili dostlarım. Yazdan
kalma belki de son günlerden birinin pırıltısına bulanmış bir İstanbul havasını
teneffüs ediyorum. İstanbul’u, İstanbul yapan ismi efsunlu, havası
maneviyatıyla meşhur Üsküdar’da.
Denizin dibinden, ama balıkları görmeden hemencecik geçiverdiğim İstanbul’un bu karşı yakası nedense bana hep tevazuyu ve dinginliği hatırlatır ve yaşatır
Ama bu meydan bu kadar kalabalık mıydı eskiden de? Sanki heryerden insanlar fışkırmış ve hepsi de burada toplanmış karıncalar gibi kıvıl kıvıl gezişmekteler.
Denizin dibinden, ama balıkları görmeden hemencecik geçiverdiğim İstanbul’un bu karşı yakası nedense bana hep tevazuyu ve dinginliği hatırlatır ve yaşatır
Ama bu meydan bu kadar kalabalık mıydı eskiden de? Sanki heryerden insanlar fışkırmış ve hepsi de burada toplanmış karıncalar gibi kıvıl kıvıl gezişmekteler.
Sultan III.Ahmet’in annesi Emetullah Gülnuş Sultan
tarafından mimar Kayserili Mehmet Ağa’ya yaptırılmış bu muazzam camii Selatin
camilerin en güzellerinden biridir.
Camiyi sağıma alıp insan kalabalığının arasından yürümeye devam
ettim. Solda irili ufaklı tarih kokan yapılar, mesela Mimar Sinan Çarşısı geçmişten
günümüze gelen ne güzel eserlerdi. Hele o yolun ortasındaki koca çınar? Birbirine
sarılmış kökleri ile yere çakılmış sağlam bir kazık gibi duruyor.
Sağda solda odun fırınından çıkmış simitleri tezgahlarına
istiflemiş simitçilerin sesleri kızarmış susam kokularıyla karışıyor.
Soldaki Fıskiyeli parkın kenar duvarlarına oturmuş kadınlar,
yaşlılar, çocuklar hepsi bir nefeslik saltanatın tahtına oturmuş gibiler. Sola doğru
kıvrılan yolu takip edip ilerliyorum. Eski İstanbul sokaklarından birine
giriyorum. Kaldırım taşı döşeli, daracık sokağın iki yanında eskilerden kalma bir fırın, karşıda bir köfteci,
günümüzden karışmış bir plastik ıvır zıvırcı…
Dar sokağın bittiği yerde, tam köşede küçük bir meydancık,
meydanın tam göbeğinde de minik bir cami. Bir mıknatıs gibi beni kapısından
içeriye çekip alıyor. Küçük şirin caminin merdivenlerinden çıkıyorum. Kırmızı halı
kaplı merdivenlerin etrafı ve üst katı oymalı ahşap korkuluklarla çevrilmiş. Her
camide bulduğum o kendine has koku, ruhani atmosfer insanı bu dünyadan alıp
koparan bir şey.
Cami çıkışından sonra çeşmeler görüyorum bir iki yerde. Mermerden
özenerek yapılmış.
Hüzünlendiriyor beni, hüzünlü bir akşamüzerini üstüne
örterken Üsküdar serin bir yorgan gibi…
Kuşları, çeşmeleri, minareleri ve kaldırım taşlı sokaklarını
Üsküdar’ın kendine bırakıp geldiğim gibi uzaklaşıyorum. Üsküdar sen İstanbul’a
İstanbul Mevla’ya emanet.
M. Ş. (Gezi mektuplarım- 2016 Ekim )
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder